AŞKTA EMİN OLMA DUYGUSU
Aşk söz konusu olunca ruhumuzda karmaşa yaratan en önemli şey aşk hissettiğimiz kişinin aynı şekilde bize aşk hissedip hissetmediğinden emin olmaya duyduğumuz ihtiyaçtır. Yakıcı bir duygu olan aşkı kendi içimizde tecrübe ederken her geçen gün içimizde yoğunlaşan, bulanıklaşan, karmaşıklaşan duygularımızın sınırlarını, rengini, kıvamını belirlemek imkânsız bir hal almaya başlar. Zamanla zihnimizi meşgul eden tek şey âşık olduğumuz kişinin duygu dünyasında nasıl bir yer işgal ettiğimiz, onun nezdinde ne kadar özel olduğumuzu anlamak olmaya başlar. Aşkta emin olmaya, onaylanmaya duyduğumuz bu ihtiyaç aslında kendi “etki” ve “izlenimlerimizin” aşk muhatabımızda olumlu etkiler yarattığından duyduğumuz kuşkuya paralel olarak az, çok ya da şiddetli olabilmektedir. Emin olma, onay alma ihtiyacımız ne kadar yoğunsa o ölçüde “daha önceden yarattığımız izlenimler” konusunda kuşkuluyuz demektir. Aslında emin olma duygusu ne kadar yoğun olursa olsun bunu âşık olunan kişiye olduğu gibi, kısıtlamadan yansıtmak daha önce yaratılmış olumlu izlenimlerin etkisini kaybetmesine neden olabileceği için aşk konusunda oldukça riskli bir tutumdur.
Emin olma duygusu aşk hissedilen kişiye sıkça yansıtıldığında onun duygulardan arınıp mantıksal bir sorumluluk duygusu içine girmesine neden olabilir. Bu ise aşk için yıkıcı bir darbedir. Aşkı yaşayan insanın davranış kalıpları içinde aşkını sıklıkla ikrar etme durumu varsa bunun altında aslında emin olma, onaylanma ihtiyacı yatıyor denebilir. Böyle bir insanın sıklıkla muhatabına “seni seviyorum” demesi bir anlamda muhatabının da kendisine “seni seviyorum” deyip demeyeceğini anlamaya çalışmasının, yani gereksinim duyduğu onaylanma duygusunun bir ürünüdür. Çoğunlukla bu şekilde elde edilen onaylar, teyitler gerçek bir tatmin sağlamazlar; seni seviyorum denilen kişi “ben de seni” demekle yetinmek durumunda kalır. Oysa âşık olan kişi onaylanma gereksinimini kontrol altında tutabilse aşk hissettiği kişinin ağzından “seni seviyorum” cümlesini başka bir zaman özgün bir şekilde işitme, dolayısıyla gerçek bir onay alma şansına sahip olabilir.
Aslında yüreğinizde taşıdığınız insana sözcüklerle aşkınızı beyan etmeden önce ona aşkı hissettirebilmiş olmalısınız, kendi içinizde aşkı hissetmiş olmanız yeterli olmayacaktır; zira o sizin sorununuzdur, henüz muhatabınızın sorunu değildir. Böyle bir durumda sözcüklerle ifade ettiğiniz, kendinizde var olan aşkı dile getirmeniz muhatabınızda gerçek bir etki yaratmayacaktır. Bilakis muhatabınızın karmaşık bir yükümlülük ve sorumluluk duygusuna kapılmasına neden olacağı için daha önce onda bıraktığınız aşk dışı olumlu etkilerin de kaybolmasına neden olacak ve zamanla sevdiğiniz insan sizden uzaklaşmaya başlayacaktır. Sözcükler ve açıklamalar yalnızca kendi kendine hissedilmiş, yaşanmış durumların değil aynı zamanda hissettirilip yaşatılmış bir takım davranışsal hallerin sembolik ifadesi olarak tezahür etmelidir.
Yaratıcı bir aşk ancak yükümlülük duygusundan, görev bilincinden arınmış zihninler ve yürekler arasında cereyan edebilir. Aşkın zor, karmaşık, yakıcı olmasının nedeni bu sözsel beyanat öncesi yaşanan davranışsal süreçteki belirsizliğin yarattığı sabretme zorunluluğudur. Muhatabında gereken davranışsal, tutumsal etkileri, izlenimleri yaratmadan kendi içinde yaşadıklarını yeterli gerekçe sayarak sevgilerini kolayca ikrar edip sözcüklere döken insanların aşkta kaybetmelerinin nedeni aşkın bu karmaşık mantığını çözememiş olmalarıdır. Aslında gerçekten hissedilen ve yaşanan bir duygunun gelişigüzel ve sıklıkla ifade edilmesi mevcut duygunun özgül ağırlığından kaybetmeye başladığını gösterir. İletişim alanında sözcükler sadece yüzde yirmilik bir alanı oluştururken davranışlarımız toplam iletişim kapasitemizin yüzde seksen gibi bir kısmını oluşturmaktadır. Sürekli yüzde yirmilik alanı tüketme eğilimi yüzde seksenlik alanda ciddi bir sorunun varlığını gösteriyor olabilir. Öte yandan sözcüklerle ilettiğimizi sözcükler olarak davranışlarla ilettiğimizi davranışlar olarak geri alırız. İkincisi duyguların kalıcılığı ve aşkın tam şekillenmesi açısından çok daha önemlidir.